KRONİK MUTSUZLUKLARI HAYATINIZDAN UZAKLAŞTIRIN

KRONİK MUTSUZLUKLARI HAYATINIZDAN UZAKLAŞTIRIN

5 Mayıs 2020 Kapalı Yazar: guvenuzman

Uzm. Klinik Psikolog&Psikoterapist: YETKİN KUŞAN

 

Depresyon, hayal kırıklıklarımız, sorunlarla mücadelenin bireylerde bıraktığı psikolojik sorunları Uzman Klinik Psikolog ve Psikoterapist Yetkin Kuşan’a sorduk.

 

*Genellikle mutsuz ve sevgisiz büyümüş, memnunsuz topluluklar giderek artıyor.  Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Sevgisizlik; depresyon, anksiyete (kaygı) bozuklukları gibi patolojik durumların yanında memnuniyet adına elbette dezavantaj olabilir. Ama günümüzde sevgisini doğru davranışlarla ifade edemeyen ebeveynler de var. Bu ebeveynler sınır tanımayan ve sıklıkla memnuniyetsiz çocuklar yetiştirebiliyorlar… Bu noktada duyguların kendisi önemli olduğu gibi nasıl kullanıldığı da değerli… Her duygunun bir anlamı ve gerekliliği var. Eğer insan türü geçmişinde yalnız mutluluk duygularıyla yoluna devam etseydi; belki de yok olurdu. İnsan canlısı günümüzde, türünün devamını çoğunlukla panik atak bozukluğu ile anılan anksiyetesiyle (kaygı) sağlamıştır. Bu noktada duyguların kendisi önemli olduğu gibi ne dozajda kullanıldığı da değerli… Yerinde kullanılırsa avantaj olan duygu bazen kontrolden çıkarak bizi hasta da edebiliyor. Duygularımızın belirleyicisiyse çoğunlukla düşüncelerimiz ve hakikatle düşüncelerimizin uyuşup uyuşmaması meselesi.

 

*Depresyona girmek günümüz koşullarında oldukça kolaylaştı ve sıklaştı. Depresyondan uzak bir hayat için önerileriniz nelerdir?

Nasıl ki sık duyduğumuz biyolojik bir rahatsızlığın kriterleri varsa biz profesyonellerin de psikiyatride-psikolojide kullandığı kriterler ve envanterler mevcut.  En sık görülen hastalıklar açısından depresyon, günümüzde ilk 5 sırada yer almakta. Depresyonla ilgili psikolojik bağışıklığı artırmak adına öncelikle iş, özel hayat ve iş hayatımızda düzenlemelere gitmeliyiz. Bunun yanı sıra hobilerimizin olması da değerli. İnsanı bir bütün olarak ele almalıyız. Bu manada depresyon; yeterli beslenmeden, uyku problemlerine; zayıf sosyal ilişkilerden doğaya yabancılaşmaya değin geniş bir yelpazede değerlendirilmeli. Spor keza oldukça değerli. Dediğim gibi bir bütün olarak değerlendirme yapmak gerekir. Tek bir şey yaparak ancak geçici iyilik hali yaratırsınız. Depresyon bir eylemi yapmak istemedikçe bırakmak; bıraktıkça kendini isteksiz hissetmek şeklinde; umutsuzluğun zirve yapabileceği bir kısır döngüdür.  Bu kısır döngüyü kırmak adına, bir parça gayretle başlamak gerekir. Uzun zamandır aramadığınız arkadaşınızı arayın, imkanınız varsa doğayla kucaklaşın. Yoksa bir parka oturun ve çevrenizle ilgilenin. Spor yapamıyorsanız bile en azından zaman zaman yürümeye çabalayın. Dışarıda edinebileceğiniz bir hobiniz varsa yapmaya çalışın. Yoksa evde yapabileceğiniz hobi listelerine ulaşmak çok kolay. Sıcak duş almak, masaj, hayvan ve bitkileri yaşamımıza almak, sanat, kültür vb. Kısacası imkânlarımız ölçüsünde yaşam doyumunu artırıcı bir faktörle değil, pek çok faktörle düzenleme yapmak gerekir. Tabi işin en önemli taraflarından birisi de düşünceler. Bu noktada düşündüğünüz şeyin gerçek mi yoksa kurgu mu olduğunu araştırın. Depresyon rahatsızlığında en sık karşılaştığımız düşünce kalıplarından bazıları değersizlik ve yetersizlikle ilgili. Depresyondaysanız “Beni hiç kimse sevmiyor”, “Hiçbir işe yaramıyorum” gibi olumsuz düşünceler size sıklıkla eşlik edebilir. Bu düşüncelerin gerçek mi gerçek dışı mı olduğunu ancak araştırarak ulaşabilirsiniz. Her düşünce gerçek olmayabilir. Bunu anlamanın yolu kanıt aramaktır. Belki sizi sevenler olduğu gibi yaptığınız iyi işler de vardır. İncelemelisiniz! Bu konuda 1946 yapımı Şahane Hayat (It’s a wonderful life) isimli filmi önerebilirim. Tam da bu konuyla alakalı…

 

*Öfke kontrol sorunu yaşayan bireyler yine aile facialarına sebep olabiliyor. Bu tür sorun yaşayan bireyler için nasıl bir tedavi yöntemi izlenmeli, neler yapılmalı?

Öfke konusunda gerçekleştirdiğim ‘Öfkesizsiniz’ projesinde pek çok vakaya tanık oldum. Bu noktada öfkenin karmaşık bir olgu olduğunu söyleyebilirim. Aile facialarını yalnızca öfke-saldırganlık ile açıklamak olanaksız. Antisosyal kişilik bozukluğundan(psikopati), saldırganlığı onaylayan kültürel yapılara değin geniş bir spektrum.

Psikolojik her tedavide olduğu gibi önceliğin biyolojik tarama olması gerekir. Kişilerin biyolojik olarak kendilerini yoklamaları gerekir. Bazen B grubu vitaminleri, diyabet (insülin direnci), tiroid gibi pek çok değer de öfkeyi etkilemekte. Burada öfkenin bizdeki biyokimyasal serüveninden çok bunun davranışa nasıl aktarıldığı değerli. Bunu bir benzetmeyle açıklarsam bir barajın su oranı ve kapağını örnekleyebilirim. Evet! Hissettiğiniz öfke çok yoğun olabilir ama bu yükselmeyi davranışa nasıl yansıtıyorsunuz?  Yani baraj suyu çok artmış olabilir ama kapağınız da yüksekse taşkınlık (istenmeyen davranışlar) olmayacaktır. Öfkeli her kişi taşkınlık yapmıyor. Baktığınızda çok öfkeli gördüğünüz (yüzün kızarması, yükselen metabolizma) bazı kişiler bunu denetleyebilirken bazen de ‘bu basit duruma da bu tepki verilir mi?’ diye şaşıracağınız durumlarla karşılaşıyorsunuz. Bu minvalde şu konuyu sorgulamalısınız: öfkelendiğimde kendime ve davranışlarıma ne kadar izin veriyorum?

 

*Dikkat eksikliği bireylerde rastlanan sorunlardan biri. Dikkat eksikliği neden kaynaklıdır, çözüm ve önerileriniz nelerdir?

Dikkat eksikliği pek çok biyolojik ve psikiyatrik rahatsızlıklar veya eksikliklerden kaynaklanabilir. Öncelikle biyolojik tahliller gerekir. Yine bu noktada beslenme, uyku düzeni gibi öncelikli yaşamsal durumların gözden geçirilmesi değerli. Aile hekimleriyle öncelikle kontak kurulmalı. Gerektiğinde konuya ilişkin bir uzmanla değerlendirme yapılabilir.

 

*Belediyeler ve kurumlarda psikoloji servisine giden hastası sayısı her geçen gün artış gösterirken bir taraftan sorunlarına çözüm üretemeyen bireylerin bu durumu göz ardı ettiğini biliyoruz. Bu durum nasıl çözümlenebilir. İnsanların psikologdan uzak durmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Ben bu konunun eskiye nazaran daha esnek olduğunu düşünüyorum. Özellikle okullarda rehberlik sistemi kanalıyla psikolojik danışmanla karşılaşan öğrencilerde bu yönde bir kültür oluşmakta… Bu sistem yaygınlaştıkça bu konudaki tabular da daha çok kırılacaktır. Ayrıca medya ve sosyal medyadaki psikoloji profesyonellerinin artması da belirleyici. Günümüz insanı kendisi ve çevresiyle ilgili o denli enformasyonla karşılaşıyor ki bunlarla tek başına mücadelesi mümkün değil. Kişi kendisiyle ilgili olmasa bile çocuğuyla ilişkisi üzerine veya çocuğunun gelişimine bağlı danışmanlık arayışına girebiliyor. Bazen kendisi çok istemese de eşi tarafından evlilik-aile terapilerine dâhil oluyor. Bu noktada sadece patolojik vakalarla ilgili (Majör depresyon, şizofreni, bipolar bozukluk gibi) durumlarda bir profesyonelden yardım gerektiği düşüncesi zayıflıyor. Önleyici tıp dünyada yaygınlaşmakla birlikte psikoloji alanında da bu konu değerli hale geliyor.  Danışmanlık almak bizim kültürümüze yabancı değil. Bilge ve bilgelik eski bir gelenek. Tek farkı günümüzün karmaşık yapısından kaynaklı danışmanlıkların çeşitliliği. Nasıl ki geç kalınmış bir hukuki danışmanlık zarara neden olabiliyorsa, geç kalınmış bir biyolojik hastalık ilerleyebiliyorsa bu durum psikolojik danışmanlık için de geçerli. Önleyici ve gelişimsel çalışmalar değerlidir. Destek almak için illa ki depresyonun ilerlemesini, evlilik ilişkilerinin kaotik hale gelmesini, çocuklardaki davranış bozukluklarının derinleşmesini beklemesinler. Sorunlar belki de hiç yaşanmayacakken; ilerlediğinde ona çözüm oluşturmak çok güçleşebilir.

*Bireylere devletin sunmuş olduğu aile hekimliği hizmeti var. Bu durum psikolog hizmeti olarak da hayata geçse siz bir uzman olarak nasıl değerlendirirsiniz?

 

Ben olumlu karşılarım. Toplumda böyle bir talep var ve arz yeterli gelmeyince çevremizde bu durumu suistimale yönelen profesyonel olmayan kişiler görülüyor. Arz devlet tarafından karşılandıkça suistimaller azalacak ve kişiler bu hizmete daha kolay erişebileceklerdir.

 

*Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Günlük hayatımızdaki sorunlar çoğunlukla çözüm olanaklarını da içerir. Farklı bakmaya çabaladığımız ölçüde bu kanallar bize yol gösterecektir. Shakespeare’in  sözüyle tamamlamak istiyorum: Düşüncelerin neyse hayatında odur. Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir.